İlk sonuçlara göre CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı ancak YSK’nın tartışmalı kararıyla yenilenecek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri, Türkiye siyasal tarihinde bir mihenk taşı olarak yerini alacağa benzer. Milyonlarca seçmenin oy kullandığı bir seçimin tekrarlanması başlı başına bir olayken, bu seçim sürecinin gelecekteki siyaset yapma biçimimizi ve siyasal kaderimizi belirleyeceğini söylemek yanlış olmaz. Bu konuda söylenecek çok şey var, ama seçim sonucunu bir bekleyelim.
Seçim sonucunu beklerken, insani zaafımız olan merak duygumuzu tatmin edecek şeyler yapmamız da mümkün tabii. Bir önceki seçimlerden farklı olarak, bu kez bazı şeyleri biliyoruz. Bu “herkesin bildiği şeyler” de seçim sonucu üzerine spekülasyon yapmamızı sağlıyor.
31 Mart seçim sonuçları her iki adayın oy oranlarının birbirine son derece yakın olduğunu gösterdi. Tabii ki o günden bugüne sonuçlar değişmiş, farklar artmış ya da azalmış olabilir. Ancak anket dediğimiz, örneklemlerden yola çıkarak evren hakkında tahmin yapmamıza yarayan yöntem bu farkı öngörmemize olanak vermiyor. Çünkü bu işin mantığı gereği, tahmin yaparken hata da yapıyoruz ve iki aday arasındaki fark muhtemelen bizim hata payımızın içerisinde. O yüzden bir anket “A adayı B adayının 1.5 puan önüne geçti” sonucu bulmuşsa, yok sayın; çünkü hata payı içerisinde o rakamlar birbirine denktir muhtemelen.
Tabii size bedavadan anket sonucu servis edenler bunun tedbirini almış ve “%95 güven düzeyinde hata payımız artı eksi %2’dir” gibi bir cümleyi serpiştirmişlerdir. Ancak bu da yanlış Ahmet’i doğru Mehmet yapmaz, çünkü çok teknik gibi gözükse de bu dostlarımızın hata payı hesaplamaları ne yazık ki yanlıştır, yok sayın. Hele içinde “kota/mota” cümlesi geçiyorsa, hata payı hesaplanamadığından, bu şaşalı cümle de manasızdır.
Özet, anketlere dayanarak tahmin yapacağınıza yazı tura atın, hata yapma olasılığınız daha düşük ve tahmininiz daha bilimsel olur.
23 Haziran seçimlerinin sonuçlarını belirleyecek en önemli etken katılımdır. Yukardaki tablo farklı seçimlerde İstanbul’da seçimlere katılım oranlarını gösteriyor. Görüldüğü üzere genelde katılım oranı yüksek bir kentten bahsediyoruz. Heyecansız 2004 Yerel Seçimleri bir kenara konulursa, katılım oranı hep yüzde 80’lerin üzerinde olmuş, hatta 2014’te yüzde 89’a kadar yükselmiş. Haziran seçimlerinde yüzde 88 olan bu oran, 31 Mart’ta yüzde 84 olmuş, beş yüzdelik puan (yüzde 5 değil) bir düşüş var. Aslında il standartlarında çok önemli bir düşme değil ama, düşüş düşüştür.
Şimdi önemli soru bu katılım oranı 23 Haziran’da yüzde kaç olarak gerçekleşecek, bunu bilmemiz lazım. Yüzde 80’lere düşmesi pek mümkün değil ama aynı düzeyde mi kalacak, yoksa yükselecek mi? Benim kişisel tahminim yüzde 90’ı geçmesinin mucize olacağı, yüzde 85 ile yüzde 88 arasında bir yere sıkışacağı. Bu da gelecek seçimlerde, daha önce fikrini beyan etmemiş 200 bin ile 300 bin seçmenin fikrini ilk defa duyacağız anlamına geliyor. Farkın 100 bin oyun altında olduğunu bildiğimize göre, bu seçmenlerin oyu belirleyici olacak. Zaten bu nedenle de her iki taraf da daha önce sandığa gitmemiş kendi seçmenini sandığa götürmeye çalışıyor.
Daha önce oy vermemiş seçmeni sandığa götürmenin makro ve mikro yolları mevcut…
İnsanları sandığa götürmenin başka bir yolu da tabii “mikro-hedefleme”. ABD ve benzeri ülkelerde kamusal ve ticari veri tabanlarının yaygınlaşması, “mikro-hedefleme” denen yöntemin de popülerleşmesine yol açtı. O ülkelerde sizin içtiğiniz bira markasından, tuttuğunuz takımdan ve kredi kartı borcunuzdan yola çıkarak hangi partiye oy vereceğinizi biliyorlar. Hatta buna sosyal medya sağolsun, Facebook ve Twitter paylaşımlarınızı da ekleyin. Cambridge Analytica efsanesi bu teknolojinin eseri.
Ülkemizde bu tür veri tabanları yok, sanırım yasalar da izin vermiyor. Ancak onun yerini tutacak, çok etkin çalışan mekanizmalarımız var, örneğin kapıcılar. Şimdi düşünün. Her sandıkta 300 kişi ortalama var, ortalama aile büyüklüğü 4 olduğundan ve seçmen/nüfus oranı %60’a yaklaştığından, her sandıkta 100 ile 125 arasında hanenin olduğunu varsayabiliriz. Bu da İstanbul gibi büyük bir metropolde maksimum 20 apartman yapar. Sizin yapmanız gereken, YSK’nın zaten size takdim etmiş olduğu veritabanlarından yola çıkarak bir kümeleme yapmak. Hanedekilerin eğitimi ne, meslekleri ne, kadınlar çalışıyor mu, hangi gazeteleri okuyorlar… Bakın beş soruda kime oy vereceğinizi tahmin ettik bile. İki seçim arasında bu veriyi toplamak için yeterince vaktiniz var, neden olmasın.
Diyelim bu eğilimleri tahmin ettiniz. Seçim günü elinizde listeler var, kırmızı ve maviye boyadığınız satırların sahiplerini de bir takip edin, bakalım gelmişler mi? Ötekilerden gelmeyen varsa, sıkıntı yok. Ama sizin listeden gelmeyen varsa, bir koşu kapısını çalmakta yarar var, ki gelsin. Ha, biraz daha yaratıcı olup iki seçim arasında bu kişileri önceden ziyaret etmişseniz, işiniz çok daha kolay olur.
Ülkemizde bu yöntemi kullanan bazı partiler var, hangisi olduğunu tahmin etmeyi siz okuyuculara bırakıyorum. Ama seçimi kazanmak için makro -mikro fark etmez, bir şekilde sandığa seçmeninizi götürmek gerekir.
İşte yukarıda yer alan harita, rekabet eden partilerin odaklanması gereken mahalleleri gösteriyor. Kırmızı noktalardan oluşan 200 mahalle, geçen seçimde yüzde 79’un altında katılım oranına sahip mahalleler ki yüzde 54’e kadar düşeni var. Yeşil ile işaretlenmiş 192 mahallede de katılım oranları yüzde 79 ile 81 arasında değişiyor. Görüldüğü üzere kırmızılar daha çok kentin sahillerinde -Beşiktaş, Beyoğlu, Eminönü- yoğunlaşmışken bir iki ilçe de yeşillerin bolluğu dikkat çekiyor. Bu yerellik mutlaka göz önünde tutulması gereken bir unsur.
Eğer ben bir siyasi parti yöneticisi olsaydım, kesinlikle bu kırmızı mahallelere odaklanırdım oradaki seçmenlerin sandığa gitmesi benim için hayati olurdu. Tabii aslında partilerimizde sandık bazında bilgi olduğundan bu haritaları sandık sandık üretmek de keyifli olabilirdi.
Derler ki, zafer büyük olunca sahibi de çok olurmuş. 31 Mart seçimlerindeki İmamoğlu Zaferi o kadar şaşırtıcı bir şekilde gerçekleşti ki, bu zaferin sahiplerini sayamaz olduk. Reklamcısı, stratejisti, sosyal medyacısı, siyasal bezirganına kadar herkes seçimin kazanılmasında etkisi olduğu söyledi. Başka bir coğrafyada bu sözler görgül kanıtlarla desteklenir ama ülkemizde daha yüksek sesle bağıran daha haklı görülüyor, geçelim.
Ancak 31 Mart’ta iki aday yüzde 48 yüzde 48 kafa kafaya kalmışlarsa, bunda HDP seçmeninin katkısı büyük. Neden mi? Daha önceki seçimlere bakarsanız, HDP’nin İstanbul’da 4 ile 8 puan arasında değişen bir tabanı olduğunu görüyorsunuz. İşte o taban kendi adayına oy verseydi veya sandığa gitmeseydi; bugün başka bir şey tartışıyor olurduk. İşte bu nedenle, 23 Haziran seçimlerinin öncesinde HDP oyları -haydi isim verelim “Kürt oyları”- hayati önem taşıyor.
Pekiyi, gerçekten HDP’nin oylarının etkili olduğunu düşünenler yani biz haklı mıyız? Başka bir deyişle, geçmişte HDP’ye oy vermiş olanların ne kadarı İmamoğlu’na oy verdi? Bu sorunun yanıtı anketlerde değil, malum “herkes yalan söyler”… Onun yerine “ekolojik çıkarım” denen ve geçmişte bana da çok faydası olmuş bir yöntem bazı yanıtlar veriyor.
Eldeki verilerin mebzulluğu sağolsun, bu yöntemi kullanarak İstanbul’da ve dahi diğer yerlerde oy kaymalarını hesaplayan araştırmacılar oldu. Bir tanesini aşağıda bulacaksınız.
Bu analizi TEPAV analistleri yaptı. Biraz daha rakam içermesi açısından cazip. Görüldüğü kadarıyla 900 bin kadar HDP seçmeni 31 Mart seçiminde Ekrem İmamoğlu’na oy vermiş. Binali Yıldırım’a giden oy sayısı da 4 bin. 226 bin HDP’li de sandığa gitmemiş. Yani eğer bu hesaplamalar doğruysa, İmamoğlu’nun oylarına HDP’nin katkısı İYİ Parti katkısından fazla.
Yine bu rakamlara bakarak kimlerin sandığa gitmediğini de anlamaya çalışalım. Sandığa gitmeyenlerin 1 milyondan fazlası mebzul tembeller, daha önce de sandığa gitmemiş. Bunların bir sonraki seçimde oy kullanma olasılıkları da düşük. 300 bin kadar AK Parti, 225 bin HDP ve 170 bin CHP seçmeni de sandıksızlar arasında. Kritik kitleyi bu 700 bin kişi oluşturuyor demek ki. Saadet’in 118 bin kişisi ve MHP’nin de 73 bini eklenirse, yarış bu kesim için geçecek denebilir. Tam bu noktada bu rakamların görüldüğü kadar kesin olmadığını söyleyelim, istatistiksel hesaplamadan dolayı aslında bu rakamları “200 bin ile 400 bin arasında AK Partili” olarak okunması gerekir ama bunu da geçelim, okuyucu rakamlarda kesinlik ister.
O zaman önümüzdeki az vakitte partiler ne yapacak?
A) daha önce kendisine oy vermiş ama şimdi gönül koymuş seçmenleri sandığa götürmek (AK Parti -> AK Parti, CHP -> CHP);
B) Yancı partisine sempati besleyip de sandığa gitmemişleri ikna etmek (MHP -> AK Parti, İYİ Parti -> CHP);
C) Arkadaşları sandığa giderken buna tenezzül etmemiş HDP seçmenlerini tavlamak…Buna isterseniz Saadet’i de ekleyebilirsiniz.
İlk grafikten başlayalım. Yukarıdaki harita Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın oyları ve 31 Mart’ta katılımı gösteriyor. Koyu kırmızı her ikisinin yüksek olduğu, koyu lacivert her ikisinin düşük olduğu, mavi Erdoğan oylarının düşük olduğu ancak 31 Mart katılımının yüksek olduğu yerler. Kritik noktalar pembeyle gösteriliyor, Erdoğan oyları yüksekmiş ama 31 Mart katılımı düşükmüş. Bu mahalleler Fatih ve Kağıthane’de… AKP için A planı bu mahallelere odaklanmak olmalı.
Aynı haritayı bu kez Muharrem İnce ve katılım için üretelim. Bu haritaya göre Muharrem İnce’nin yüksek oy almış olduğu ve 31 Mart seçimlerinde katılımın düşük olduğu mahalleler var. Bakın Şişli, Beşiktaş, Zeytinburnu ve Bakırköy sahili, buna ek olarak Esenyurt’un bazı mahalleleri de CHP için kritik mahalleleri oluşturmalı…
HDP meselesine geri dönecek olursak, yukarıdaki harita bir fikir verebilir. Pembe noktalar Selahattin Demirtaş’ın oylarının yüksek olduğu ancak 31 Mart’ta katılımın düşük olduğu mahalleler. Görüldüğü üzere hiç az değil, böyle 64 mahalle varmış. Beyoğlu, Şişli’nin arka mahalleleri, Fatih sahilleri, Bakırköy ve Esenyurt bu mahallelerin yoğunlaştığı yerler. Dolayısıyla HDP’lilerin kalbini kazanmak isteyenlerin bu noktalara odaklanmaları gerekiyor ki, geçmişte sandığa gitmeyenler sandığa gitsinler.
Eğer bu metinden illa ki sonuç gibi bir şey çıkarabilecek olursak, 23 Haziran hakkında herşeyi bilip aslında pek bir şey bilmediğimiz. Kaos kavramının güzel bir tanımı var, bir satranç tahtasının her karesine bir pire koyup sıçramalarını sağlıyorsunuz. İşte tahtada yeni bir kareye düşmelerinden önceki ana Kaos diyoruz.
Hepimize iyi seyirler…