Wikipedia tarafından 21.yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olarak tanımlanan Nicholas Nassim Taleb, “Siyah Kuğu” kavramını şu şekilde tanımlar:
1) Çok nadirdir, herhangi bir şekilde öngörülemez.
2) Gerçekleştiği zaman çok önemli sonuçlara yol açar
3) Gerçekleştikten sonra retrospektif bir şekilde açıklanması çok kolay olur.
AK Parti’nin Ankara’da ve diğer bazı büyük şehirlerde 25 yıllık iktidarının seçim yoluyla sona ermesini ilerleyen dönemlerde bir “Siyah Kuğu” olarak tanımlayacak mıyız bilmiyorum ama üçüncü aşamaya hızla geçtiğimizi ve çabamızı yaşanan gerçekliği “retrospektif” olarak açıklamaya yoğunlaştırdığımızı düşünüyorum. Oysa, olgular bu kadar sıcakken yapılacak her türlü analiz kısa düşmeye mahkum olur, çünkü her zaman olgular hakkında bildiklerimiz, bilmediklerimiz ve bilemediklerimizin yanında çok azdır. Dolayısıyla, 31 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını tartışırken bildiklerimiz, bilmediklerimiz ve bilemediklerimizi sergilemenin önemi büyük.
Neleri biliyoruz? Basitten başlayalım, “ekonomi değil, kardeşim.” 2018 Haziran ayından itibaren ülkemiz ender görülecek ekonomik krizlerden birini yaşamakta. Ekonomi küçülürken, işsizlik ve enflasyon artıyor ve döviz dalgalanmalarının sonu gelmiyor. Böyle bir ortamda seçmenin yaşanan ekonomik sorunların sorumlusu olarak gördüğü iktidarı cezalandırmak istemesi şaşırtıcı olmaz, zaten ekonomik oy verme kuramı da bunu söylüyor. 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçiminde 30 büyükşehirde oyların ortalama yüzde 53’ünü alan Cumhur İttifakı bu kez yüzde 50’sini almış. Bazı illerde bu oy kayıpları 20 puanın üzerine çıkarken (Manisa ve Samsun), oyunu arttırdığı yerler de mevcut (Malatya, Diyarbakır ve Mardin gibi). İstanbul’da oy kaybı 2, Ankara’da 6 puan. Dolayısıyla eğer tek etken olsaydı hem daha büyük bir düşüş olurdu, hem de bütün ülke sathına yayılırdı. Resim bunu göstermiyor.
Öte yandan rakamlar bize HDP’nin hem varlığı hem de yokluğuyla seçim sonuçlarına etki ettiğini gösteriyor. HDP 30 büyükşehrin 13’ünde seçime girmiş, ortalama yüzde 15 oy almış ve üçünü kazanmış (Mardin, Diyarbakır ve Van.) HDP’nin seçime girmediği 17 ilin 24 Haziran sonuçlarına baktığımızda Selahattin Demirtaş’ın ortalama yüzde 10 oy aldığını görmekteyiz. Bu 17 ilin 10’unda seçimi Millet İttifakı kazanmış, bu illere İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Aydın ve Hatay dahil. Bu illerde HDP oyunun katkısının önemli olduğunu söyleyebiliriz. İlçe düzeyinde dahi İstanbul’da el değiştiren ilçeler olan Küçükçekmece ve Esenyurt’ta Demirtaş’a oy verenlerin sırasıyla yüzde 13 ve yüzde 21 olduğunu hatırlamak, HDP’nin seçim sonuçlarına katkısını kanıtlıyor.
HDP’nin ve Kürt seçmenlerin seçim sonuçları üzerindeki etkisi bize bildiğimiz başka bir şeyi de hatırlatıyor. Millet İttifakı liderleri ya da adayları bahsettiğimiz seçmen kitlesine özel herhangi bir vaatte bulunmadılar, hatta bazen de eleştiriler yüzünden mesafeyi korumak zorunda kaldılar. Buna rağmen Kürt seçmenler Millet İttifakı’nı desteklemişlerse bunu sadece parti disipliniyle açıklayamayız. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında yaşananların ve HDP seçmenlerinin “ötekileştirilmesi” bu seçmenleri Cumhur İttifakı karşısında net bir konum almaya zorlamışa benzer. Yakın dönemde yapılan bir saha araştırması, Türkiye’de seçmenlerin yüzde 52’sinin HDP seçmenlerine mesafeli durduğunu ortaya çıkarmıştı. Dolayısıyla “Kürt Açılımının” sona ermesi ve sonrasındaki süreç, AK Parti ve Kürt seçmenleri arasındaki mesafeyi muhtemelen bir daha kapatılmayacak şekilde açmış. Bu da bildiklerimize bir şey daha ekliyor: Politika tercihlerinin bedelini er ya da geç ödersiniz.
Seçim sonuçlarına dair en önemli bilmediğimiz şey, İstanbul seçimlerinin nasıl sonuçlanacağı. Her iki taraf da bütün yasal yöntemlere başvurarak seçim pastasının en muteber çileği İstanbul’u kazanmaya çalışıyor, ancak bu yazının yazıldığı saatlerde sonuçlar kesinleşmemişti, konunun uzmanlarına kadar en az bir hafta daha bu belirsizlik sürecek.
1 Nisan Pazartesi sabahı açıklanan sonucun değişmediğini ve Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını aldığını varsayalım. İmamoğlu’nun ve CHP’nin İstanbul’u nasıl yöneteceğini bilmiyoruz. Her ne kadar İzmir uzun süredir CHP’nin kontrolünde olsa da, ana muhalefet partisinin İstanbul büyüklüğünde bir metropolü 25 yıldır yönetmediğini hatırlamakta yarar var. İmamoğlu, Beylikdüzü Belediyesi’ndeki başarılarıyla tanınıyor, bu başarısını İstanbul gibi ülke büyüklüğündeki bir metropolde tekrarlayıp tekrarlamayacağını bilmiyoruz. Daha önce de gördüğümüz üzere İstanbul seçmeni Bedrettin Dalan’ı ya da Nurettin Sözen’i cezalandırmakta elini hafif tutmuş bir seçmen değil, başarısızlığın bedeli ağır olur. Eğer mazbatayı alabilirse, İmamoğlu’nun mutlaka başarması gerektiğini aklında tutması gerekiyor, çünkü gelecek seçimlerde HDP seçmenlerinin aşkını garanti saymak çok doğru olmaz.
Yine bu senaryoda bilmediğimiz başka bir şey de Büyükşehir Belediye Meclisi’nin nasıl bir rol oynayacağı. AK Parti, İstanbul’daki ilçelerin çoğunu kazanmış olduğu için Büyükşehir Meclisi’nde çoğunluk oyuna sahip olacak. Yerel yönetim sistemimiz küçük başkanlık sistemleri olarak tasarlandığından, bu meclislerin güçleri sınırlı ancak canları istediklerinde belediye başkanının işini zorlaştırabiliyorlar. Eskişehir’de AK Parti çoğunluklu bir meclisle çalışmak zorunda kalan Yılmaz Büyükerşen’in meclisin iş yapmasını engellemesinden şikâyetçi olduğu hatırlanırsa, İmamoğlu’nun keyfini kaçıracak bazı gelişmelerin olup olmayacağını bilmiyoruz.
Seçim sonuçlarında oylarını AK Parti’den esirgeyen HDP seçmeninin önemli rol oynadığını söylemiştik. 2015 yazında beri yaşananlar AK Parti’nin bu seçmenleri kalbini kazanmakta zorlanmasıyla sonuçlanmış durumda. Bilmediğimiz başka bir şey de AK Parti’nin önümüzdeki dönemde Kürt kökenli seçmenlerin kalplerini kazanmak için adım atıp atmayacağı. Önümüzdeki resme bakıldığında bu yönde barışçıl adımlar atmak mümkün olurdu ancak Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin bu konudaki hassasiyeti malum. Özellikle de MHP’nin şu andaki Meclis’te Cumhur İttifakı çoğunluğunu sağlayan parti olduğu hatırlanırsa, cismiyle orantısız bir pazarlık gücüne sahip olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, HDP seçmeninin kalbini kazanmaya yönelik adımların bedeli AK Parti yönetimi için çok ağır olabilir, malum yeni düzenlemeler sonucunda Meclis kendini feshederek Cumhurbaşkanı’nı da düşürebiliyor.
Bilemediklerimize gelelim… İlk bilemediğimiz şey, blok içi kaymaların olup olmadığı, yani Cumhur İttifakı’nı ya da Millet İttifakı’nı oluşturan parti seçmenlerinin oylarını partinin ittifak ortağına kaydırıp kaydırmadığını bilemiyoruz. Bu sorunun yanıtı özellikle Cumhur İttifakı seçmenleri için geçerli. Acaba AK Parti seçmenlerinden bir sebeple partilerine kızıp MHP’ye oy verenler var mıdır? Bunu anlayabilmemiz için elimizde uygun rakamlar yok, sınırlı analizler hem Yıldırım hem de Özhaseki’nin MHP’den oy aldığını gösteriyor. AK Parti ve MHP’nin başa baş olduğu birkaç belediyede de her iki partinin oylarını arttırdığını görüyoruz. Sonuç olarak, Haziran’da AK Parti’ye ya da Erdoğan’a oy vermiş seçmenler arasından, ekonomik durumlara ya da başka bir şeye kızıp MHP’ye oy veren seçmen olmuş mudur, bilemiyoruz.
Başka bir bilemediğimiz şey de aday etkisi… İstanbul’da belki sonuçlar kesinleşmedi ama diyelim İmamoğlu’ndan başka birisi aday olsa seçimi kazanır mıydı? Ya da Ankara’da Yavaş’tan başka birisi bu kadar başarılı olabilir miydi? Yanıtı bilemiyoruz, ancak şunu söyleyebiliriz her iki aday da kendi gönülleriyle gelip CHP adaylarına oy veren HDP seçmenlerini en azından uzaklaştırmadıkları için başarılı sayılabilirler. Bunun dışında seçimlerin kazanılmasında kritik rolün HDP seçmeni tarafından oynandığını rakamlar bize söylerken, kampanyaların seçmenler üzerindeki etkisinin büyüklüğünü de bilemeyiz, hiç ile iki üç puan arasında olması muhtemel.
Aslında en çok merak etmemiz gereken, ama bilemediğimiz başka bir konu da, seçimlerimize kimsenin karışıp karışmadığı. Amerikan başkanlık seçimlerinden, Brexit oylamasına kadar hemen her seçime dış güçler müdahale etmişken Türkiye’de referanduma dönüşmüş yerel seçimleri neden rahat bıraktıklarını bilemiyoruz. Rus devlet haber ajansı Sputnik’in Türkiye’deki twitter takipçi sayısının 600 bini geçmiş olması belki bir işaret olabilir, RAND Corporation bu konuya daha önce dikkat çekmişti ama elimizde herhangi bir somut konut olmadığından, bunu da bilemiyoruz.
Ancak bilemediklerimizin en önemlisi, 31 Mart seçimlerinin Türkiye demokrasisi ve Türkiye vatandaşlarının demokratik kurumlara inancı üzerinde nasıl bir etki bıraktığı. Ünlü siyaset bilimci Przeworski bir demokrasinin “herkesin demokrasinin köydeki tek oyun olduğuna inandığı” gün yerleştiğini söyler. Başka bir deyişle, iktidara gelmek için demokrasi haricinde bir yöntemin hayal edilemediği gün, demokrasimize güven duyabiliriz. 31 Mart seçimleri ve sonrasındaki süreçte, toplumun her kesiminin bu inancı taşıyıp taşımayacağını bilemiyoruz. Bilsek ve emin olsak, çok rahat ederdik.
Bütün bu bildiklerimiz, bilmediklerimiz ve bilemediklerimize baktığımızda, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin çok uzun süredir huzur arayan, süregiden seçimler, siyasal ve ekonomik istikrarsızlıklardan yorulmuş Türkiye vatandaşlarına aradıkları huzuru getirmekten uzak olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Pekiyi, bu seçimler aradığımız Siyah Kuğu mu? Buna karar vermek için çok erken, muhtemelen bu kararı tarihçiler verecek.