Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı şimdilik sonuncu –ama umarım son değil- Demokratikleşme Paketi’nin tartışılacak çok sayıda unsuru var. Her madde bizim gibi bu işe meraklılar için sonsuz spekülasyon fırsatı sunuyor, İstanbul’un tatsız sonbaharına bir pastırma tadı veriyor. Sağolsun..
Her reformun hazmedilme süreci tabii ki farklı; ama hazmedilmemelerinde sayısız ortaklık var diyebiliriz. Bu ortaklıkları tartışmayı başka bir yazıya bırakıp, önerilerden birinin lafzi ve hıfzi içeriğine odaklanalım. Seçim sistemindeki değişiklik önerileri.
Herhangi bir yasal temeli henüz ortalıkta gözükmese de, Başbakanın açıkladığı Demokratikleşme Paketi, seçim sistemi konusunda üç alternatif sunuyor. Hatırlayalım:
“Yüzde 10 barajıyla devam edebiliriz. İki, barajı yüzde 5’e çekip, beşli gruplandırmayla daraltılmış bölge seçim sistemi. Üçüncü olarak da ülke barajını tamamen kaldırarak, dar bölge seçim sistemini getirebiliriz.”
Birincisi hali hazırdaki sistemin devamı olduğundan teklif, sayılmaz. Düşelim. Demek tartışmamız gereken iki alternatif var. 1a) Barajı düşürmek 1b) daraltılmış bölgeye geçmek. 2a) ülke barajını tamamen kaldırmak ve 2b) dar bölge seçim sistemini getirmek.
Seçim sistemlerini tartışırken, bir sistemi diğerlerinden daha İYİ kılmanın kriterini de tespit etmemiz gerek. Raconda iki kriter söz konusu: birincisi temsiliyet, yani seçim sisteminin toplumun bir küçük kopyasını üretmesi; ikincisi istikrar, yani seçimler sonucunda yönetebilen bir hükümetin oluşması.
Her ne kadar Anayasamız 67. Maddesinde “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” gibi bir şart koymuş olsa da, “hem o, hem bu” olmayacağından; her seçim sistemi bu iki uçtan birine daha yakın, diğerine daha uzak olur.
Tam bu noktada da, seçim sistemi değişikliğinin motivasyonunu tartışmak gerekir. Daha mı temsili bir Meclis mi istiyorsunuz, yoksa arzunuz daha mı İstikrarlı bir yönetim mi? Paketin ismi Demokratikleşme Paketi olduğundan tanım gereği daha fazla temsiliyet istendiği söylenebilir ama bu yönde açık bir beyan olmadığını akılda tutalım.
Varsayalım ki, paket temsiliyet kriterine önem veriyor. İki değişiklik önerisini bu şekilde değerlendirelim, ama Seçim Sistemlerinin statik ve dinamik sonuçlarına ya da mekanizmalarına fazla girmeyelim.
1a önerisi, seçim barajını düşürmeyi öneriyor. Her seçim barajının toplumun büyük bir kısmını Meclis dışı bıraktığını biliyoruz. Bu 2002 seçimlerinde olduğu gibi seçmenlerin yüzde 49’unun tercih ettiği partiler olabildiği gibi, 2011’de BDP’nin bypass’ı sayesinde sadece yüzde 4’lük bir kesim de olabilir. Ama birileri mutlaka dışarıda kalır. Dolayısıyla seçim barajının indirilmesi hayırlı bir öneri, temsiliyet açısından.
Ama 1b önerisi, pastanın üzerindeki çilek değil. Şu anda kullanılmakta olduğumuz sistem, Orantılı Temsil sistemlerinden D’Hondt ismi verileni. Meraklısı Wikipedia’da detaylı bilgi bulabilir. Bu sistemde bölge büyüklüğü “etkin baraj” işlevi görür. Sistem gereği, bölge büyüklüğü arttıkça, partiler oy oranlarına göre sandalye alırken, bölge küçüldükçe büyük partiler kayrılır, küçük partiler cezalandırılır.
Örnek, İstanbul yaklaşık 25 milletvekili çıkaran 3 bölgeden oluşuyor. 2011’de İstanbul genelinde oy dağılımı AKP, yüzde 49; CHP, yüzde 31, MHP yüzde 10 ve BDP (bağımsızlar) da yüzde 5. Aynı dağılımı korursak, 25 milletvekilinin dağılımı sırasıyla 14, 8, 2 ve 1. Yüzdesel olarak da yüzde 56, 32, 8 ve 4. AKP biraz fazla, MHP ve BDP de biraz az temsil edilmiş. D’Hondt sisteminin cilvesi bu.
Eğer İstanbul’un 25’lik bölgelerini, 5’lik 5 bölgeye bölersek, oy dağılımı da bölgeden bölgeye değişmese sonuç şu olur: AKP 15, CHP 10… Diğer partiler mi? Onlara sandalye kalmaz. Bölgeyi küçültmek, doğrudan MHP ve BDP’nin 3 milletvekilini berhava etmiştir.
1a önerisindeki gibi barajı düşürmek temsiliyeti arttırır, ama 1b önerisiyle beraber paketten çıkarsa, temsiliyet diye bir şey kalmaz.
İkinci öneriye odaklanalım. Doğrudan dar bölgeye geçmek.
Başka bir bilgimiz olmadığından sistemin Anglosakson sistemi olduğunu söyleyebiliriz. Ülke 550 eşit bölgeye bölünür, her bölge 1 milletvekili seçer. Yine bu konuda açıklık olmadığından tek turlu olacağını varsayabiliriz. Yani bu bölgelerin her birinde seçimden 1. çıkan partinin adayı seçim kazanacak, diğer oylar yok sayılacaktır. İstanbul’u 25 eşit bölgeye bölsek ve oy dağılımı bölgeden bölgeye değişmese, yukarıdaki skorlarda AKP 25, diğer partiler 0 olur. Tabii ki bölgeler arasında oy dağılımı farkı var ancak resim bu kadar kötü olabilir.
Bir olasılık da Fransız usulüne başvurmamız. İki Turlu dar bölge dediğimiz bu sistemde, eğer 1 kişilik bölgelerde kimse yüzde 50’yi geçilmezse, ilk iki aday arasında ikinci tura gidilir ve yüzde 50’den bir oy fazla alan aday seçilir. Bunun simülasyonunu yapmak çok da zor olsa da, şu manzarayla karşılaşabiliriz.
Tek kişilik bölgede AKP yüzde 49 oy aldığından, ikinci tura gidilir. İkinci turda AKP’nin yüzde 49’u aynen kalmakla beraber, olmaz ya, CHP, MHP, BDP ve diğer seçmenler AKP’nin adayı yerine CHP’nin adayına oy vermeye karar verirler. Sonuçta, seçilen CHP adayı olur. Buna “stratejik oy verme” davranışı denir.
Dar bölge sisteminin temsiliyetin dibine kibrit suyu döktüğünü biliyoruz. İki turlu dar bölgeyse, tabiri caizse bütün siyasi partiler için Rus Ruleti olduğundan her türlü sonuca açık. Fransa’da ürettiği sonuçların garipliği, karşılaştırmalı siyaset dersinde Fransa konusunun işlenmemesine yol açacak neredeyse.
Ama sonuç olarak AKP’nin Demokratikleşme Paketi’nin Seçim Sistemi’yle ilgili önerilerinin temsiliyeti arttırmayacağını söyleyebiliriz. Bir demokratikleşme paketinin amacı temsiliyeti arttırmak değilse ne olabilir ki?
Öte yandan, seçim sistemlerine dair halihazırdaki tartışmaların seçim sistemlerinin sadece statik sonuçlarına odaklandığını ve psikolojik faktörü (Duverger’nin “Elusive Factor” adını verdiği şey) yok saydığını da not düşelim.
Siyasetçilerin ve siyaset bilimcilerin unuttukları tek bir şey var, insanlar öğrenir, seçmenler de birer insandır.
Bu konuda daha detaylı bir çalışmama şuradan, basit ve şık prezentasyonlara da buradan ulaşabilirsiniz.