Kadim Doğu edebiyatının en nadide eseri Bin Bir Gece Masalları’nda Şehrazat, Şehriyar’ın evlendikten sonra kendisini bekleyen korkunç sondan kurtulabilmek için 1001 gece boyunca masallar anlatmış.
Kendisi de bir masal olan söylenceye göre de Şehriyar, Şehrazat’a âşık olmuş ve onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…
13 Temmuz 2015’te Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu’nun ilk randevusuyla başlayan “istikşafi” görüşmeler, tam otuz gün sonra iki liderin başka bir randevusuyla sona erdi. Müzakere masası devrilmese bile usulca kenara bırakıldı ve bir aylık “büyük koalisyon” masalı, kuvvetle muhtemel bir erken seçime evrilerek bitti. Başbakan Davutoğlu’nun en kısa zamanda MHP ile görüşme yapacak olması, AK Parti — MHP arasında işbirliklerine dayanan başka ihtimalleri muhtemel kılsa da, dikkatlerimiz sonbaharı şenlendirecek bir “yeni” genel seçime ve onun muhtemel sonuçlarına odaklanmış durumda. Biz de bir hafta içinde yanlışlanmayı göze alarak, spekülasyon yapalım.
Herşey “1 seçmen” için (!)
Şu anda yapılan herhangi bir anketin seçim sonuçlarına dair anlamlı bir fikir vermeyeceğini hatırlatarak başlayalım. Daha önce de yazdığımız üzere, insanlar gelecekteki davranışlarını kestirmekte ne kadar başarısızlarsa; kendilerini tutarlı gösterme konusunda da o kadar ısrarlılar. Dolayısıyla anket marifetiyle toplanacak yanıtlar, seçmenlerin iyi niyetle yaptıkları beyanlardan öteye gitmeyeceği gibi, kaderin soluğu karşısında iskambil evlerden bile daha dayanıksızlar, tek bir şiddetli esinti büyük bir özgüvenle verilmiş yanıtları darmadağın etmeye yeter. Biz de çok rüzgâr alan bir coğrafyada yaşadığımıza göre… Geçelim.
Diyelim sonbaharda bir genel seçim var ve seçmenimiz sandığa davetli. Seçmenlerin bir kısmının bir önceki tercihlerine sıkı sıkıya sadık kalacaklarını biliyoruz, bu kadar kısa zamanda toplumsal fay hatlarının birleşmesi ya da eski düşmanların dost olması mümkün olmadığından; büyük olasılıkla on seçmenden dokuzu bir önceki oyunun aynısını vererek; kendisini düşünmek zahmetinden ve kendisiyle çelişme yükünden kurtaracak. Dolayısıyla bütün şamata, gürültü, görüntü kirliliği o geriye kalan 1 seçmen için yapılacak. Beyhude mi? Değil. Koskoca ABD’de adaylar 2 milyar dolar harcayıp yüzde 10’luk bir seçmen kitlesinin oyunu etkileyebiliyorlar, hem demokrasinin cilvesi hem de ekonominin gereği… Zaten hükümet üretemeyen Meclis’imizin randımanlı hale gelebilmesi için de AK Parti’nin oyunun üç buçuk-dört puan artması yeteceğinden, daha fazlasının fikir değiştirmesine de gerek yok.
Peki karar değiştirmeye teşne seçmenimizin kalbini nasıl çalar, nasıl size oy vermeye ikna edebilirsiniz? Basit, hepimizin her gün muhatap olduğu araçlarla, reklam ve iletişim kampanyalarıyla. Partilerin seçim kampanyaları eskiden olduğu kadar kitle iletişim araçlarıyla yürütülmüyor. ANAP, Ecevit sonrası DSP ya da DYP gibi partiler –haydi buna Baykal CHP’sini de katalım- seçim dönemlerinde bütçelerini yoğun reklam kampanyalarına yığar ve bir şekilde Meclis’e kapağı atmaya çalışırlardı. 2002 seçimleri ve AK Parti’nin Milli Görüş’ten miras saha çalışması alışkanlığı reklam kampanyalarını geri plana itmiş olsa da, partinin kitle iletişim araçlarını büyük bir ustalıkla kullandığı kabul edilir. Kılıçdaroğlu CHP’sinin de bu konuda deneyim edinmeye başladığını söyleyebiliriz. Gerek Demirtaş’ın 2014, gerekse de HDP’nin 2015 kampanyaları da istisnai nitelikteydiler.
Özetle, bir genel seçim olması durumunda, bütün siyasi aktörlerin ellerinden geldiğince reklam kampanyalarına yükleneceklerinden ve çok değerli kritik seçmenimizin kalbine ve fikrine hitap edeceklerinden şüphe yok. Bunu da büyük bir profesyonellikle yapacaklar. Her kampanyada olduğu üzere kaç kişiye erişebildiğiniz ne kadar paranız olduğuyla alakalı, çok paranız varsa sesiniz çok çıkar.
Seçmen kararını değiştirir mi?
Bu açıdan AK Parti’nin açık bir avantajı olsa da, muhalefet partileri de devlet yardımları sayesinde iyi bütçelere erişebiliyorlar. Ama kime eriştiğiniz ve ikna edip etmediğiniz başka bir muamma. Fikir değiştirmesi/değiştirmemesi umulan seçmenimiz sayıca az; Cumartesi pazarındaki gibi bağırarak ona erişme şansınız pek yok. ABD’de bu işle iştigal ederek mikro-hedefleme uzmanları var, ancak o konuda Batı’nın ne teknolojisi ne kültürü bizde var henüz. Haydi, o muteber kişiyi buldunuz, nasıl bir masal anlatacaksınız da ikna edeceksiniz?
Evet, masal… Aslında bütün iletişim kampanyaları ve özellikle de seçim kampanyaları masal anlatmaktan öteye geçmez. Ne tüketici aldığı şampuanın saçını ipek gibi yapacağından emin olabilir, ne de gazoz içen insan yazının neşe ve aşk dolu geçeceğinden. Hele bizim gibi sıradan insanlar, o parti değil de bu partiye oy vermenin cebine kaç kuruş ekstradan koyacağını ya da sokakta bir bombaya kurban gitme olasılığını nasıl etkileyeceğini hayatta kestiremezler. O zaman yaptığımız da masallar arasından bir masal seçip, o masalı anlatan partiye mührü basmaktan ileriye gitmez.
Eğer bu sonbaharda bir genel seçim olacaksa, önümüzdeki üç ayda birtakım masallardan başka bir şey duyamayacağız. “Türkiye nasıl büyüdü?”, “Nasıl nefes alamaz hale geldik?”, “Seni başkan yaptırmayacağız”, “istikrar nasıl geri gelir”, “bir başka ülke mümkün” ve benzeri onlarca masal her türlü iletişim kanalından beynimize zerk edilecek. Üstelik kampanyalar sadece kitle iletişim araçlarıyla sınırlı değil, öyle bir siyasal ortamdayız ki 140 harf yazabilen herkes bir iletişim mecrası, kampanya aracı. Biz Şehriyar kadar şanslı değiliz, yüz kişi birden başka masallar anlatacak kulaklarımıza.
İşte bizim çok değerli kritik seçmenimiz de bu kakafonik ortamda, ne duyabilmişse, ne anlamışsa, neyi akıl, önyargı, kimlik süzgecinden geçirmişse; hangi masal daha fazla tortu bırakmışsa; o yönde karar verecek. Hayırlı mı olacak, hayırsız mı olacak; göreceğiz; masalın sonunda birileri muratlarına erecekler. Biz de kerevete çıkarız, bu hengâmede bir kerevet kalmışsa çıkılacak.
*İstanbul Bilgi Üniversitesi