İleride ülkemiz tarihini yazacak tarihçiler, başlığını rahatlıkla “Tasfiyelerin Tarihi” olarak koyabilirler. Bir bakış açısıyla, çok uzun zamandır bir tarafın başka bir tarafı tasfiyesine şahit olmakla geçiyor bizim ömrümüz. Sadece bizim ömrümüz değil, dedelerimizin ve onların dedelerinin de…
Hızlı bir liste yapmaya kalksak, son 200 yılda Türkiye siyasetinde aktif rol oynamış her önemli ismin ya tasfiye ettiğini ya da edildiğini söyleyebiliriz. Mithat Paşa, İkinci Grup, Terakkiperverler, Pekerciler, İnönücüler, Hürriyet Partisi filan derken 2000’leri buluruz. Şu anda ülke yönetiminde söz sahibi AK Parti ve yöneticilerinin de Fazilet Partisi’nden dolaylı olarak tasfiye edildiği günleri hatırlayanlar vardır kesin, CHP’deki sürekli tasfiye kültürünü de…
Sadece siyasi partilerimizde değil, sokağın köşesinde kurulu Bülbülseverler Derneği’nden başlayın, ülkenin en muteber, en fazla taraftara sahip spor kulüplerinde de bir sürekli tasfiye sürüp gidiyor; neredeyse bir doğa kuralı olarak. Yirmi dairelik apartmanların yöneticileri bile bir tasfiye süreci içerisinde mütemadiyen.
Neden bu kadar tasfiye sever bir milletiz diye sorsak, çok kafa yormamız gerekmez yanıtını bulmak için. Eğer söz konusu bu topraklarsa, gücün olduğu yerde tasfiye de oluyor, çünkü gücü paylaşmayı sevmiyoruz. Nasıl elde edersek edelim, ister babamızdan kalsın, ister seçmenler tevdi etsin bu görevi; bu ülkede gücü eline alan kendisinden olmayanları dışlamakla, tasfiye etmekle işe başlıyor. Farklı görüşlere ya da farklı kimliklere sahip olmak bir tercih değil, bir ihanet olarak görülüyor. Güç sahipleri, sadece iktidarın değil, gerçeği görebilme tekelinin de sahibi oluyorlar. Eğer siz onlarla aynı fikri paylaşmıyorsanız; o zaman ya gerçeği görmüyorsunuz demektir, ya da gerçeği görmenize rağmen art niyetinizden dolayı inkâr ediyorsunuzdur. Her iki durumda da “yeni” dünyada yeriniz olmayacağını söylememe gerek yok herhalde.
TASFİYE İLE SONSUZ İKTİDAR OLMAK!
Muhaliflerimizle beraber var olmayı kabullenmeye çoğulculuk diyelim. Bizden farklı düşünmeleri onların kusurları değil, tercihleri olabilir. Belki de onlar da bizim kadar haklıdır, hatta bizden daha haklı oldukları hal ve durumlar vardır. Bizden daha fazlasını, daha iyisini bilme olasılıkları; mutlaka her zaman yanılmaları olasılığından azdır.Güce sahip olmamız, seçmenin ya da apartman sakinlerinin teveccühünü kazanmış olmamız, sürekli bir haklılık vermeyebilir bize. O yüzden, bizimle aynı fikirde olmayanla yolu ayırırken, gerçeklerin yarısıyla da yolu ayırmış olabiliriz. Tasfiye ile sonsuz iktidara sahip olmayı amaçlarken, kendi mutedil iktidarımızın sonunu da hazırlamış olmamız bile mümkün.
Gücü tekelimizde toplamanın alternatifi ne olabilir? Paylaşmaya ne dersiniz? Gücün bir miktarını bizden olmayan, bizden az oy alan, bizimle aynı fikirde olmayanlara vermek nasıl bir deneyim olurdu? Diyelim dünyanın en güçlü ülkesinin başkanısınız, sizin eski rakiplerinizi kabinenize alır mısınız? Eğer Abraham Lincoln kadar bilge bir başkansanız yaparsınız. Sizin eski rakipleriniz, takımınızın en güçlü üyeleri olabilirler. Eğer sadece sadakat ile ilgilenmiyorsanız, büyük bir kazanım olduğunu kabul etmek gerek.
ÇOĞULCULUK MÜMKÜN MÜ?
Sadece kendimize benzer insanlardan oluşan bir toplum olsaydık, hepimiz aynı fikirleri, aynı değerleri, aynı öncelikleri taşısaydık ne olurdu? Aykırı sesler, ayrık otları canımızı sıkmazdı muhtemelen. Haklıysak, hep beraber haklı olurduk da; ya yanılıyorsak? Ortak, tek ve vahim yanlışımızın maliyetini düşünebiliyor musunuz? Ya ortak haklılığımız gerçeği görenin tek biz olmamızdan değil de; birbirimizi ikna etme ya da korkutma gücümüzden kaynaklanıyorsa? Bizden farklı bir gerçeği görebilen herkesi köyümüzden kovmuşsak, günü geldiğinde yaptığımız vahim hataya karşı bizi uyaracak kimse kalmamışsa dikensiz gül bahçemizde? Zehirli fikirleri ayıklayalım derken, kendi sonumuzu hazırlamış olmayalım?
Bir toplum, bir günde çoğulcu olamıyor. Hele, yüz yıllardır süre gelen bir tekçilik içerisinde dimağlar biçimlenmişse… Kazananın her şeyi aldığı, paylaşmanın gerekmediği sayısız oyunda pişmişsek büyürken, birden gücü paylaşmaya karar versek bile uygulamamız mümkün olmayabilir. Kazanmışken veriyorsanız, sadece kendinizden değil, sadık taraftarlarınızdan da veriyorsunuz demektir ki desteklerini kolaylıkla kaybedebilirsiniz bu durumda. Neden bugünün kazançlarını ve taraftarlarımızın onayını, sırf bir prensip ya da küçük olasılıkla gerçekleşecek bir yanılgı uğruna verelim ki?
Hiçbir siyasi aktör- Bülbülseverler Derneği’nden, Türkiye’nin yönetimine kadar- bu tür bir kararı almaz kolaylıkla. Ancak ortadaki oyunun kuralları paylaşmayı teşvik edecek şekilde konulmuşsa, ya da paylaşmamanın bir maliyeti oluyorsa aktörlere; o zaman paylaşmak erdemlilikten olmasa bile akıllılıktan gelebilir masaya. Öyle bir durumda paylaşmaya hazır oyuncular oyunda kalabilir ve paylaşmak önce standarda, sonra da ahlaki bir kurala dönüşebilir.
Bugün yarın bir Anayasa yapma fırsatımız olacak gibi gözüküyor. İki yol çıkabilir karşımıza bu süreçte. Güçlüyü daha güçlü kılacak, tek bir doğru ve haklılığı herkese benimsetmesine yol açacak bir kurallar silsilesi yaratabiliriz. Ya da paylaşımcılığı ve çoğulculuğu kolaylaştıracak, ortaklaşa karar almayı teşvik edecek bir tasarımı tercih edebiliriz. Hangi yolu tercih edersek, çocuklarımız da o yolda yürüyecekler; bizim tercihimiz onların kaderi olacak.
Belki bunu bilirsek, sadece hırslarımızı değil, sağduyumuzu da çağırabiliriz masaya yeni kurallarımızı inşa ederken.