30 Eylül’de açıklanan Demokratikleşme Paketi’nin seçim sistemiyle ilgili başlıkları kamunun dikkatini çekmişe benzer. Son bir hafta içerisinde seçim sistemi değişiklik alternatiflerinin olası sonuçları çok sayıda yazar tarafından tartışıldı.
Başbakanın açıklamasını hatırlayalım:
“Yüzde 10 barajıyla devam edebiliriz. İki, barajı yüzde 5’e çekip, beşli gruplandırmayla daraltılmış bölge seçim sistemi. Üçüncü olarak da ülke barajını tamamen kaldırarak, dar bölge seçim sistemini getirebiliriz.”
Daha önceki bir yazımda belirttiğim üzere 1. öneri hali hazırdaki sistemin devamıyken, iki değişiklik önerisi olduğunu söyleyebiliriz. Barajı düşürerek daraltılmış bölgeye geçmek ya da ülke barajını kaldırıp dar bölge seçim sistemini getirmek.
Tartışmalar seçim bölgelerinin daraltılmasına odaklanmışa benzer. Hesaplama yöntemleri farklı olsa da, çalışmaların ortak bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Seyfettin Gürsel hesaplamalarında AKP’nin oyunun düşmesi durumunda bile vekil sayısını arttıracağını hesaplamış[1]. Bekir Ağırdır, bölge büyüklüğünü düşürmenin AKP’nin yararına olacağından emin[2]. SABAH gazetesinin yakın tarihli haberine göre, AKP kurmayları daraltılmış bölge sisteminin 2011 Genel Seçim sonuçları aynen korunsa bile AKP’nin milletvekili sayısının 360’a çıkacağını, MHP’ninse bugünkünden 25–30 milletvekili kaybedeceğini hesaplamışlar[3].
Bütün spekülasyonlar bir yana, D’Hondt benzeri nispi temsile dayanan seçim sistemlerinde ortalama seçim çevresi büyüklüğünün yasal barajın ötesinde bir etkisi olduğunu zaten bilinir ve bir kanun olarak Etkin Baraj kavramını ortaya atarlar. Etkin Barajı 1/(ortalama seçim çevresi büyüklüğü) olarak hesaplayabiliriz. Eğer Başbakan’ın öne sürdüğü gibi ortalama seçim çevresi büyüklüğü 5 olursa, Etkin Baraj %20 olur ve %20’nin altında oy alan partilerin vekil sayıları oylarına göre daha az olur. Eğer seçim çevreleri illerden oluşmaya devam ederse, küçük iller nedeniyle çevre büyüklüğü 4’e yaklaşır ve Etkin Baraj yüzde 25’e çıkar. Bir fikir vermek için, bugün bu rakamın ortalama 6,5 çevre büyüklüğüyle yüzde 15 civarında olduğunu söyleyelim. Şu anda yüzde 10’lük ülke barajı olmasa bile, yüzde 15’in altında oy alan partiler zaten hak ettiklerinden daha az oy çıkartırlar.
Dolayısıyla, seçim çevresi büyüklüğünü azaltmanın var olan sistemi daha az temsili hale getirdiğini söylemek falcılık sayılmaz. Tam bu noktada, 1995’te Anayasa Mahkemesi tarafından kısmen reddedilen seçim sistemindeki değişiklik teklifinin, Parlamento büyüklüğünü 450’den 550’ye çıkartarak, ortalama seçim çevresi büyüklüğünü arttırdığını hatırlayalım. Değişiklik hayırlı olmuş, sistem beklenmedik şekilde daha temsili hale gelmiş.
Öte yandan bütün bu hesaplamaların yok saydığı bir faktörü hatırlayalım ki, tartışmalarımız daha anlamlı hale gelsin. Siyaset Bilimi disiplinin kurucu babalarından Maurice Duverger, siyasi parti sistemlerini tartışırken “psikolojik faktör” adında bir kavramdan bahseder. Seçim sistemlerinin oyları sandalyelere tahvil ederken kullandıkları bazı mekanik etkileri bulunur, çoğunlukçu sistemler parti sayısını azaltır; nisbi temsil sistemleri parti sayısını arttırır. Bu hesaplamaların mekanik etkisinden kaynaklanır. Öte yandan seçmenlerin seçim sistemleri konusundaki algıları da etkili seçim sistemi üzerinde etkili olur.
Örneğin bir çoğunlukçu sistem, düzenli olarak küçük partileri cezalandırdığı için seçmenler oylarını stratejik olarak değiştirirler. Birinci tercihi küçük partilerden bir aday olan seçmen, seçilme olasılığının olmadığını görünce ikinci tercihine yönelir. Böylelikle birinci tercih olarak pek teveccüh görmese de ikinci tercih olarak en fazla beğenilen aday seçilebilir.
İki turlu seçimlerde stratejik oy verme davranışını daha rahat görürüz. Birinci turda birinci tercihi elenen seçmen, ikinci turda kendi adayı olmadığından ikinci tercihine, o da olmazsa üçüncü tercihine yönelir.
Seçim sistemlerinin dinamik etkisi olarak adlandırdığımız bu etki, hem parti sistemini hem de partiler arasındaki ilişkileri doğrudan etkiler. Seçim sistemi seçmen davranışını, seçmen davranışı seçim sistemini etkiler. Yukarıda bahsettiğimiz gibi sistemlerde “herkesi kapsayan”/”Catch all” parti ve adayların daha fazla şansı olduğunu söyleyebiliriz.
Psikolojik faktör bizim seçim sistemimiz gibi Nisbi Temsil sistemlerinde de devreye girer. Nisbi Temsil sistemlerinde küçük partilerin temsil edilme olasılığı daha yüksek olduğundan, bunun farkında olan seçmen için tercihini kaydırması için bir motivasyon olmaz. Seçmen küçük partiden de olsa en iyi adayı için oy verir; bu da sistemdeki parti sayısını arttırır ve partiler arası uzlaşmaları zorlaştırır.
Nisbi Temsil sisteminde de stratejik oy verme davranışına rastlanır, başka bir yazının konusu olmakla birlikte seçimler öncesinde açıklanan anket sonuçlarının psikolojik bir etkisi bulunur, insanlar kaybeden partiye oy vermek istemediklerinden, kazanan partinin adaylarına oy verme eğilimi taşırlar.
Seçim sistemlerinin psikolojik etkisi sadece bunlarla sınırlı kalmaz. Seçim sisteminde sürekli değişiklik yapılırsa –Türkiye’de 1983, 1987, 1991 ve 1995 seçimlerinin hiçbirinde bir önceki seçim sistemi kullanılmadı örneğin-, seçmenin seçim sisteminin mekanik etkilerini öğrenme şansı olmaz, bu da seçmen uçarılığının bir nedeni sayılabilir. Seçim sistemi ne olursa olsun, en az dört kere uygulanmasının iyi olduğu yönünde bir kanı da bundan doğar.
Elimizdeki seçim sistemi 1995, 1999, 2002, 2007 ve 2011 seçimlerinde uygulandığından, seçmenin mekanizmanın nasıl işlediğine dair açık bir fikri var. Bu seçim sisteminin küçük partileri cezalandırdığı artık açıkça görüldüğünden, ANAP, Demokrat Parti, Saadet Partisi, Genç Parti gibi baraj altı küçük partilerin sırayla yok olması bir ölçüde bu psikolojik etkinin sonucu. Arka arkaya sürekli baraj altında kalan Kürt partilerinin bağımsız aday yöntemine başvurarak baraj sorununu son iki seçimde çözdüklerini görüyoruz.
Seçmenlerin seçim sistemleri hakkındaki algılamalarının “psikolojik” etkisi bu kadar açıkken, hükümetin Demokratikleşme Paketi’nin içerdiği alternatif önerileri tartışmamız eksik kalmıyor mu? Olası bütün alternatifler seçmenin algısı, olası reaksiyonu ve partilerin bu reaksiyonlara reaksiyonlarının ne olacağı göz önünde tutularak tartışılsa iyi olur. Ya da bu tartışmayı tarihçilere de bırakabiliriz.
[1] Seyfettin Gürsel’in simülasyonlarında AKP’nin oyunu yüzde 50’den 45’e düşürdüğünü görüyoruz, ancak bu 5 puanın gittiği herhangi bir siyasi parti görülmüyor. Bu hesaplamanın simülasyon sonuçlarını doğrudan etkileyeceği açık. http://www.radikal.com.tr/politika/degisiklik_en_cok_mhpyi_vuracak-1153227 ;
[2] http://t24.com.tr/yazi/secim-sistemine-dair-oneriler-ne-anlama-geliyor-3/7568
[3] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/10/06/ak-partili-vekil-sayisi-360