Bazı spor dallarını öğrenmek için yapmak gerekir, televizyondan istediğiniz kadar seyredin; öğrenemezsiniz. Amerikalıların çok sevdiği beysbol mesela. Biz Avrupa’nın güneyinde, Orta Doğu’nun batısında yerleşik olanlara hiçbir anlam ifade etmeyen bir oyunun final maçı, 23 milyon kişinin canlı seyrettiği bir şölene dönüşebiliyor. Skorun 3–2 olduğu ve maçın da 3 saatten fazla sürdüğü göz önünde tutulursa, anlamadığımız bir cazibesi var diyebiliriz.
Türkiye’de yaşayanların da eskiden yaptıkları, ancak yapmayı unuttukları bir spor dalı da koalisyon kurma sporu. Her ne kadar kaba bir sayım bize 1961’den bu yana 15 koalisyon hükümeti kurulduğunu ve bunların da en az tek parti hükümetleri kadar başarılı olduğunu söylese de, AKP’nin tek parti iktidarıyla geçen 13 yıl ve 1990’ların kötü hatıraları nasıl koalisyon kurulduğunu bize unutturmuşa benziyor. İnsan hafızası unutmakla malul olduğu kadar, hatırlarken de seçici tabii.
Dolayısıyla 7 Haziran seçimlerinden bugüne kadar geçen neredeyse 1 aylık sürenin her günü koalisyon olasılıkları tartışmak ve siyasi aktörlerin manevralarına anlam atfetmekle geçti. TBMM Başkanlık seçiminde görüldüğü üzere bu manevraların biz izleyenler üzerinde bir duygusal hasar oluşturduğunu da belirtelim. Tıpkı beysbol maçlarında her yıl 1500 seyircinin yaralanması gibi, koalisyon sporundaki acemilikler de biz vatandaşlar da yaralanmalara yol açıyor.
Koltuk sevdalısı mı, siyasa körü mü?
Her spor dalının olduğu gibi, koalisyon kurmanın da bazı kuralları var; bu kuralları bildiğiniz zaman, oyuncuların davranışlarına anlam vermek kolaylaşıyor. Avrupa’da 1945’ten bugüne oluşturulan hükümetlerin sadece yüzde 12’si tek parti çoğunluk hükümeti olduğundan, Avrupa merkezli siyaset biliminin bu spor dalını çok iyi bildiğini söyleyebiliriz. O yüzden de Türkiye’ye anlam verebilmek için, diğer ülke deneyimleri neyi öğretmiş, üzerinde geçmekte yarar var.
Siyaset bilimine göre koalisyon kurma süreci ikiye ayrılıyor: Koltuk sevdalısı süreç ile siyasa merkezli süreç. Koltuk sevdalısı süreçte amaçları kısmî de olsa iktidara gelmek olan partiler, kendilerine niceliksel ve niteliksel olarak en iyi koltukları –yani bakanlıkları- almaya çalışıyorlar. Dolayısıyla, en büyük parti kendisine en az maliyetli ortağı tercih ediyor; desteği karşılığında en az bakanlığı vereceğinden dolayı. “En küçük kazanan koalisyon” adı verilen bu koalisyon tipinde büyük parti aslan payını alıyor, tabii küçük ortak da süreçteki rolünün kritikliğine bağlı olarak masadan aç kalkmıyor.
Böyle bakıldığı zaman AKP için sandalye sayıları eşit olan HDP ve MHP eşit değerdeler. Yani 25 bakanlıktan niceliksel olarak aynı payı alabilirler. CHP’nin sandalye sayısının daha fazla olması, daha fazla sayıda bakanlık beklemesine yol açar. Eğer “koltuk sevdalısı” süreç geçerliyse, bu açıdan CHP’nin çok da tercih edilir bir ortak olmadığı kesin.
Bütün partilerin “siyasa körü” olduklarını, yani ortak seçerken ideolojik tercihleri dert etmediğini varsayalım. Muhalefetteki üç parti bir araya gelip bir koalisyon kurduklarında ellerine geçen bakanlık sayısı daha mı az, daha mı fazla olur? Basit bir aritmetik bile daha fazla olacağını söyler. Ancak MHP’nin, HDP’nin sokağından bile geçmeyeceğini açıkça ifade etmesi, bu olasılığı sıfırlamakla kalmıyor; partilerin “siyasa körü” olduğu varsayımını da sorgulatıyor bize.
Sağ-sol cetvelinde siyasal partiler
Partilerin “siyasa körü” olmadıkları varsayımı, bizi “siyasa merkezli süreç” dediğimiz yola getiriyor. Bu yaklaşıma göre partilerin amacı kendi seçmenleri için en kârlı siyasaları güdüp onları memnun etmek. Eh, ne kadar çok seçmen memnun kalırsa, bir sonraki seçimde oylar o kadar artar. Sonuç olarak partiler koalisyon kurarken, herkese eşit mesafede durmak yerine; uyumlu siyasalar gütmeseler bile kendi seçmenlerine uygun siyasalar gütmesini engellemeyecek ortakları seçiyorlar. Bu tercih noktasında da partilerin siyasal görüşleri, siyasa tercihleri hakkında bir kısa yol işlevi görebiliyor.
Bu kısa yolların en basiti sağ-sol cetvelinde partinin ve seçmenin konumlanması. Siyasi yelpazenin en sağında yer alan bir siyasi partinin öteki uçta yer alan bir partiyle iş birliği yapması imkânsızdan da öte. O zaman, partiler koalisyon kurarken hem kendilerine yakın olan, çok inatlaşmayacakları; hem de sayısal olarak da katkıda bulunabilecek partileri tercih ederler diyebiliriz.
Eğer sağ-sol ayrımı siyaset uzayını tarifte yetersiz kalıyorsa, Türkiye örneğinde olduğu gibi partileri birbirinden ayıran başka yelpazeler de varsa; bu uzaydaki konumlama, tercihleri belirliyor. Ülkemizde sağ-sol ayrımına bir ya da iki fay hattı ekleyebiliriz: Kürt sorunu karşısındaki tutumlar ve laik-dindar ayrımı.
Sağ-sol uzayında bakıldığında AKP’ye en yakın partiler CHP ve MHP gibi gözüküyor, tabii ki MHP hem seçmen hem de ideolojik açıdan daha yakın. Kürt açılımı meselesine gelince, burada da sıralamayı HDP-AKP-CHP-MHP olarak yapabiliriz; AKP bu boyutta da HDP’ye daha yakın. Laik-dindar eksenindeki sıralama da muhtemelen CHP-HDP-MHP-AKP olur; AKP’nin en yakın komşusu MHP.
MHP kiminle koalisyon kurabilir?
Bu eksenleri teker teker de analiz etseniz, bir arada da baksanız; tek şeyi söylüyor, “siyasa körü” olmayan bir AKP açısından MHP en yakın komşu. Kürt sorunundaki pozisyonunu değiştirmesi uzun ömürlü bir birliktelik için yeterli olabilir. Bu yaklaşım neden MHP-HDP arasında onarılmaz bir uçurum olduğunu da gösteriyor: MHP’nin HDP’yle aynı masada yer alabilmesi için yukarıda saymayı ihmal ettiğimiz, ancak en az onlar kadar önemli bir konuda aynı fikirde olmaları gerekiyor. Önemli derken, “hem seçmen tabanı hem de parti üyeleri için önemli” olması gerektiğini vurgulayalım.
Sonuç olarak Batı merkezli koalisyon kuramları, ister “koltuk sevdalısı”, ister “siyasa merkezli” olsunlar; koalisyon hükümeti kurmaya en yakın partinin AKP, bu partinin de en münasip ortağının MHP olduğunu gösteriyor. Eh, “kız evi de naz evidir”; ne kadar naza çekerseniz kendinizi masadan o kadar kârlı kalkarsınız, hem nicelik hem de nitelik açısından. Peki, “hesap kitap” bunu gösterirken, MHP neden bütün koalisyon olasılıklarını imha edercesine davranıyor? Yukarıda saydığımız koalisyonlardan MHP’siz olanları bir düşündüğümüzde, birlikteliğin her ortağa zarar verecek bir sürece dönüşeceği ve dışarıda kalabilmeyi başaranın da bayağı karlı olacağını söyleyebiliriz.
Beysbola dönecek olursak, atanla tutan aynı takımdan; sopayla vuran ve koşan adamlar öteki takımdan. Bunu bildiğinizde, oyun biraz daha anlaşılır oluyor.
Tıpkı koalisyon kurma sporunun bir numaralı kuralının “taviz vermek” olduğunu hatırladığınız zaman olan bitenin daha anlaşılır hale gelmesi gibi.
*Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler