“Neden sosyal bilim yapıyoruz?” diye soruyorum hemen hemen 10 yıldan fazla bir süredir. Ve yanıtım da basit oluyor, “belirsiz bir dünyada yaşıyoruz, belirsizliği azaltmak için tahmin yapmamız gerekiyor. Sosyal bilim dediğimiz şey de belirsizliği azaltmak için modeller geliştirmemize yarıyor, asla mükemmel olmayan, ilk fırsatta da yanlışlanan modeller…”
Bir çok sosyal bilim öğrencisi için yetersiz bir açıklama, hele ki post-yapısalcı ve post-modernist söylemlerin cazibesi yanında çok sönük kalıyor. Ama zerafet dediğimiz şey, olabildiğince az söylemekten geçmiyor mu?
Yaşadığımız dünyanın iyi bir modeli, yanlışlanabilir öngörüler üretebilmeli, yanlışlandığında da kendisini düzenleyebilmeli. Ki her yanlışlanma modelimizi gerçek yaşamın kargaşasına yaklaştırsın, asla mükemmel dünyayı geliştirmemize olanak vermese de.
31 Mart’ta yapılacak Yerel Seçimler işte bir sosyal bilim öğrencisi için cazip bir fırsat sunuyor, kafasında geliştirdiği modelleri test edebilmek için. Sağda solda duyduğunuz anketleri boşverin “kime oy vereceksiniz?” diye sorup alınan yanıtları toplayıp rakamlar vermek beyhude; çünkü bir açıklama getirmiyor. Oysa sosyal bilim öğrencisinin birincil amacı açıklama ve anlama olmalı.
O yüzden dost meclislerinde konuştuğumuz, bazen de sağda solda anlattığımız modelleri test etmek için iyi bir fırsat önümüzde duruyor. Ve tabii bunu bugün yapmak ve düşüncelerimiz kayda dökmek için de. Düşüncelerimiz kayda dökelim ki, yanılgımızı herkes görebilsin.
Seçimlerle ilgili birinci modelimiz, basit: “Ekonomi evladım…” Clinton’ın bir danışmanına atfedilen bu söz, bizim ekonomik oy verme dediğimiz bir kuramsal tartışmaya gönderme yapıyor. Bir ülkede ekonomi iyiye giderse vatandaşlar iktidar partisini ödüllendirir, eğer kötüye giderse de cezalandırır. Bizim 2002 seçimlerimiz ve sonraki bir iki seçim bu kuramı doğruluyor. Ben bu kuramın çok sevdalısı değilim, burada da yazdım ancak şu anda durum yok sayılmayacak kadar aşikar:
Gayri safi milli hasıla son çeyrekte yüzde 2 küçülmüş, yıllık büyüme eksi 3… İşsizlik yüzde 12 ve genç işsizliği yüzde 24. Enflasyon da yüzde 20. Bu rakamlarla ekonominin iyi durumda olduğunu söylemek mümkün değil. Dolayısıyla, eğer ekonomik oy verme davranışı denen birşey varsa, iktidar partisinin oylarının düşmesini bekleriz. Bu birinci beklenti…
Birinci beklentinin “ama”sına sonra geleceğim. Diyelim ki düştü ne olacak? Önümüzdeki seçimler yerel seçimler, dolayısıyla belediye başkanlığı için oy kullanacağız. En son iki seçime bakarak olası oy kaymalarının ne kadar etki yaratacağını şimdiden öngörebiliriz.
Yukarıdaki grafik ilçe bazında Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı arasındaki toplam oy farkını gösteriyor. Kırmızılar farkın Cumhur İttifakı lehine; yeşiller ise Millet İttifakı lehine arttığını gösteriyor. Görüldüğü üzere 900 küsur ilçenin ancak bir kısmında gerçek bir rekabet var.
Bu verilere mekansal kümelenmeyi de eklediğinizde yukarıdaki grafik çıkıyor. Sonuçta ilçelerin çoğunda kimin kazanacağı büyük oranda önceden belirlenmiş durumda. Pembeler HDP, koyu yeşiller Cumhur İttifakı, bence açık yeşiller Millet İttifakı hesabına yazılmalı. Rekabetçiliğin yüksek olduğu ve kimsenin domine etmediği 331 ilçeyse mavi. Dolayısıyla ilçe bazında düşündüğümüzde bahsettiğimiz 331 ilçenin sonuçları bu ekonomik daralmadan etkilenebilir. Buradaki yöntemi daha uzun soluklu olarak kullanan başka yazarlar da var (Çarkoğlu ve Yıldırım, 2018).
Biliyorsunuz 31 Mart’ta nüfusun büyük çoğunluğunun yaşadığı 30 büyükşehir için de oy kullanacağız. Yukarıdaki harita bu şehirlerde 2018 parlamento seçimlerindeki durumu gösteriyor. Görüldüğü üzere 30 şehirden 2 tanesi CHP, 3 tanesi de HDP’ye şimdiden yazılı. Bloklar arasındaki fark o kadar fazla ki hiç bir kayma bu farkı kapatamaz. Böyle baktığımızda Cumhur İttifakı’nın da 13 büyükşehirde avantajlı olduğunu görüyoruz, fark 20 puandan başlayıp 60 puana kadar çıkıyor.
Geri kalan 12 ilde rekabet büyük. Kırmızıyla işaretlenen bu illerin bir kısmı zaten şimdiden Millet İttifakı’nın elinde -Aydın, Tekirdağ, Eskişehir gibi-. Buralarda ekonomik sorunların Millet İttifakı’nı güçlendirebileceğini varsayabiliriz. Ortada olan Antalya ve Mersin de Millet İttifakı’na yazılabilir. İstanbul, Ankara ve Adana’da durum biraz daha karışık. Adana ve İstanbul’da HDP seçmeninin tercihi önem taşıyor, eğer muhalefetten yana oy kullanırlarsa, bu iller de ortada… Ankara’ysa ekonominin olumsuz etkisini görebileceğimiz illerden biri olabilir, ancak orada HDP seçmeninin oyuna güvenilebilir mi? Bilmem.
Sonuçta ikinci modelimiz diyor ki, eğer ekonomik sorunlar tam etkisini gösterirse Millet İttifakı’nın ortadaki 12 ilden 8’ini alması mümkün. 8’den aşağıya düşen sayılar ekonomik değil, diğer etkenlerin gücünü gösterecek.
Pekiyi, diğer etkenler neler? Ekonomik oy verme teorisinin sevdalısı olmadığımı söylemiştim. Çünkü “ekonomik gerçeklikler” aynı şekilde algılanıyor mu, emin değilim… Herkesin kendisine ait bir ekonomik gerçekliği olabilir, çünkü hepimizin bilgi kaynakları farklı. Farklı gazeteler okuyor, farklı televizyon haberleri seyrediyoruz ve dünya hakkımızdaki bilgimizi o kaynaklardan ediniyoruz. Neticede, aynı dünyada yaşamıyoruz. Bunu Fanusta Diyaloglar adlı kitabımızda yazmıştık. Dolayısıyla ekonomik sorunların var olup olmadığı, varsa bu sorunların müsebbibin kim olduğu kişiden kişiye değişebilir. Ve kuramsal beklentiler gerçekleşmeyebilir.
Yukarıda yer alan iki grafik, algılarımızın nasıl biçimlendiğini gösteriyor. Birincisi daha önce koyduğum haritaların bir benzeri, hangi illerde hangi partiler güçlü gösteriyor. Bu haritayı KONDA raporundan aldım. İkincisiyse, bizim Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması -2017 sunumundan. İki haritanın benzerliğine dikkat çekerim. Partiler ve coğrafyaların mütekabiliyetiyle, partiler ve kimliklerin mütekabiliyeti aynı. Sonuç: bizim coğrafi ayrışma dediğimiz şey, farklı kimlikler farklı coğrafyalarda geçerli. Bu haritaları mikro düzeyde, mahalleye kadar üretmek mümkün.
Sonuçta, kimlikler ve partiler bu kadar üstüste gelmişse; ve coğrafi ayrışma da bu kadar keskinleşmişse, hele de fanusta (yankı odalarında) da yaşıyorsak; gerçeklik algımızın da ayrışması şaşırtıcı olmaz.
Bu da üçüncü tahminimize getiriyor bizi: Ekonomik durumun olumsuz etkileri olsa da, içinde yaşadığımız kutuplaşma ortamı algılarımızı da çarpıtacağından; zaten rekabetçi olmayan bölgelerde seçim sonucu üzerinde etkisi olmayacak. Rekabetçi gözüken az sayıda bölgede de siyasal kutuplaşma ve siyasal kabilecilik devreye girecek. Özet yukarıda sayılan 12 rekabetçi ilde dahi, muhalefet alabileceği 8 rakamına ulaşamayabilir.
Tahmin etmenin en güzel yanı yanılmak, çünkü düşüncelerinizi iyileştirme şansı veriyor. 2009 yılında yazdığım bir yazıda anketlerin tahmin etme aracı olmaması gerektiğini savunmuştum, hala o noktadayım. Tahmin etmek ancak modellerle düşünmeyle mümkün olur.
Hadi bakalım kolay gelsin.